-I-
Saat 11:30
Bazıları şöyle diyebilir, iyi olaylar iyi insanların, kötü olaylarsa kötü insanların başından geçer. Belki hakikat budur, belki hayatlarımızı birbirine bağlamış o muazzam örgünün derinliklerinde kadim bir adalet ipliği gizlidir. Şüphesiz o gün uyandığımda aklımda ne ilahi adalet fikri, ne de başımıza gelebilecek olası bir kötü olay vardı, aksine gayet neşeliydim. Evin duvarları ve camlarını döven sabah rüzgarı yerini yavaşça daha sakin bir havaya bırakırken gözlerimi açtım. Geniş pencerelerden içeri odayı iyice aydınlatacak kadar ışık giriyordu. Bu ışık yardımı ile yerdeki kitapların üstlerinden atlayarak önce elimi yüzümü yıkamaya gittim, ardından üstümü giyinmeye gardıroba yaklaştım. Kıyafetlerimi giymiş aşağı inerken merdivenlere oturmuş ve dizlerini karnına çekmiş şekilde annemi gördüm. Hızlıca yanına varıp dizlerimin üstüne çöktüm.
Farkında bile olmadan
"Anne, iyi misin?" kelimeleri döküldü dudaklarımdan. Yüzü solgundu ve gözleri boştu. Bir görünün tam ortasında olduğunu anladım. Ellerini tuttum, buz gibiydiler. Zihnimin derinliklerinden onu kendine getirecek kelimeleri tekrar etmeye başladım.
Domine ex aurora, nobis auxilium de tua calidum, domine ex aurora, nobis auxilium de tua calidum... Vücut ısısı yavaşça yükselirken yüzündeki gölgeler yok oldu, gözleri uzak, gizemli görüleri değil beni görmeye başladı yavaşça. Nefes alış verişi hızlandı ve dudaklarının arasından ince bir duman çıkıp havaya karıştı. Görü sırasında ruhunun gittiği alemde soluduğu havaydı bu. Ancak yüzündeki o korku dolu ifade rahatlatıcı olmak bir yana, yüreğimin daha çok sıkışmasına sebep olmuştu.
"Ne gördün?" diye sordum yavaşça. 128 yaşında, deneyimli ve güçlü bir cadıydı karşımdaki. Ancak gördükleri her ne ise, anlamakta güçlük çekiyor, belki de anlamak istemiyordu.
Soruma cevap vermedi, bana ve merdiven korkuluğuna tutunarak doğruldu. Koluma girdi, en yakın oda olan yemek odasına ilerledik, sandalyelerden birine oturmasına yardımcı oldum. Masanın üstündeki bardağa doldurduğu suyu kana kana içtikten sonra gözlerimin içine baktı. Konuşmaya hazır olduğu zamanı bekleyerek ben de ona baktım. Bir asrı çoktandır devirmiş olan koyu kahverengi gözleri derin bakıyordu, çevresinde oluşmuş kırışıklıkları büyü ile silmeye gerek duymamıştı. Yüzünde çocukluğumdan beri aşina olduğum kibirden uzak bir gurur ifadesi vardı. Üzerindeki uzun, gök mavisi elbisesinin üzerindeki dallarda neşeli olduğunda uçuşan birkaç kardinal kuşu görebilirdiniz. Ancak şu an ne elbisenin üstünde bir kuş vardı, ne de yaşlı yüzünde neşe.
Dakikalar birbirini kovalarken en sonunda dayanamayıp
"Anne, ne gördüğünü anlatmayacak mısın?" diye sordum. Derin bir rüyadan uyanmış gibi oturduğu yerde hafifçe dikleşti.
Elini elimin üstüne koydu ve kaşlarını çatarak
"Daniel, sanıyorum akşamüstü büyük amcanı ziyaret edip benden bir mesaj iletmelisin. Gelecek hafta onun başına gelecek bir felaketin işaretini gördüm. Evlerinin üstünde saat yönünün tersine dönen bir kuş sürüsü vardı." dedi çatlayan sesiyle. Büyük amcam Nathaniel bisikletle 20 dakika mesafedeki evinde tek başına yaşıyordu. Büyüsü güçlüydü ancak yaşlıydı, çok yaşlıydı. Arada bir kapımıza büyüyle ulaşan mektuplar ve yılda birkaç defa bir araya geldiğimiz aile toplantıları dışında onun varlığını unutuyordum. Oysa yirmilerimin ortasına kadar en sevdiğim yer onun devasa malikanesindeki kütüphaneydi. Her türden kitap vardı, hepsi de bana sonuna kadar açıktı. Simya, astroloji, semboller, bitkiler üzerine yazmalar, kitaplar... Ancak bu ileri yaşlarında onun başına gelebilecek en büyük felaket sanıyorum yaşlılıktan huzur içindeki ölümü olurdu.
"Tabii ki giderim." Dedim. Annemin bu habere böyle üzüldüğünü anlayabiliyordum. Babamın ölümünden sonra Nathaniel bizim geçinebilmemiz ve yalnız kalmamamız için elinden geleni yapmıştı. Annem ona çok şey borçlu olduğumuzu söylerdi sürekli. Annemi dinlenmesi için orada bırakıp yiyecek bir şeyler hazırlamak için mutfağa doğru sakince yürüdüm.
-II-
Saat: 16:45
Taşlı yol ile tarlaların arasındaki patikada bisikletimi sürerken annemin gördüğü görüyü, söylediklerini düşünmeye başlamıştım. Evinde yalnız yaşayan büyük amca Nathaniel'in ölüm haberini alacağımıza işaret eden bir görüydü bu. Onu böyle üzgün görünce yanından ayrılamamıştım. Gün boyu bana babamın ve kendi gençliği ile ilgili anılarını anlatmıştı. Birlikte neredeyse bütün dünyayı dolaşmışlardı. Anlattıklarından bazısı daha önce defalarca dinlediğim hikayelerdi, bazısı ise daha önce duymadığım ve inanması güç şeylerdi. Mesela İngiltere'de farklı ırkların avcılardan uzakta birlikte yaşadıkları ve büyülerle korunan bir yerle ilgili bile bir şeyler duyduklarını anlattı. Hikayeler bitip ben evden çıkarken bana iyice sarılmış, iki yanağımdan da öpmüştü. Sanki birkaç saatlik bir veda değildi o sarılış ve öpücükler.
"Nathaniel'e şunu ilet, anlayacaktır." diyerek elime bir zarf da tutuşturmuştu. Yaşlı adama kendi ölüm haberini söyleyecek cümleleri bulamayacağımı biliyordum, bu yüzden zarfı memnuniyetle kabul ettim.
Bisikleti yavaşça durdurdum. Nathaniel'in devasa malikanesinin önünde bisikletten inip verandanın merdivenlerini hızlıca çıktım. Ön kapı taşıdığım Levy kanının yardımı ile yavaşça aralandı, ben eve girdiğimde ise arkamdan sessizce kapandı.
"Büyük amca Nathaniel!" diye seslendim antrede durup.
"Buyrun?" diye cevapladı merakla salondan çıkarken. Beni gördüğünde bir tebessümle yanıma yaklaştı. Kilolu bir adamdı, Kippasının çevresinde belli belirsiz kalan çok az beyaz saçı vardı. Gözleri ve yüzü huzurlu görünüyordu. Hafifçe sarıldıktan sonra
"Bu ziyaretini neye borçluyum?" diye sordu. Elimdeki zarfı yavaşça ona uzatıp annemden bir haber getirdiğimi söyledim. Nathaniel geleneksel yolları benimsemiş biriydi, evinde telefon veya buzdolabı yoktu. Yiyeceklerin bozulmaması için ya da mektupların adreslere ulaşması için büyüleri vardı. Evi birkaç ekleme ve çıkarma haricinde 150 yıl önce nasılsa, şimdi de öyleydi.
Birlikte çalışma odasına geçtik. Mektup açacağının yardımı ile zarfın içindeki üçe katlanmış kağıdı çıkardı. Zarif bir el yazısıydı üstündeki, annemin el yazısıydı. Sessizce okuduktan sonra kafasını kaldırıp bana baktı, ne yapacağımı, ne söyleyeceğimi bilmiyordum ancak yaşlı büyücülerin ve cadıların ne zaman öleceklerini bir şekilde bilmeleri alışılmadık bir şey değildi. Gidip sarılmalı mıydım? Bir şeyler mi söylemeliydim? Sonunda havadaki soğuk sessizliği kırarak
"Annem bu sabah bir görü gördü." diyebildim.
İki büyük adımda yanıma gelip bana sarıldı. Yarı İbranice, yarı Fransızca bir şeyler geveledi. Sanırım aralarında yavrum, çocuğum, yazık gibi kelimeler de vardı. Kendimi geri çektim. Hiçbir şey anlamıyordum. Benim için üzülüyor gibiydi, hatta bana acıyor gibi bir hali vardı. Nathaniel'in arkasına geçip mektubu elime aldım. Bu bir mektuptan çok, bir nottu
Nathaniel,
Görü yeteneği şimdiye dek kimseyi böylesine aynı anda hem mükafatlandırıp hem cezalandırmamıştır. Akşam 17:07'de evi bulan bir grup avcı tarafından öldürüleceğimi gördüm. Ancak bu bana Daniel'in o saatte evde olmamasını sağlama fırsatı verdi. Avcılar 17:30'da evi tamamen terk etmiş olacaklar. Yalvarırım Daniel'i güvende tut, babasına verdiğin sözü unutma.
Sevgiler, Judith.
Gözüm mektuptan masanın üzerindeki saate gitti hızlıca. 17:28...
-III-
Saat: 17:55
Bahçemizdeki meşe ağacı çok yaşlı ve büyüktü. Çocukluğumda annemin bu ağaca kurduğu salıncakta sallanırken büyük amcam Nathaniel bana bu ağacın altında büyük büyük dedemin çocuk oyunları oynadığını, büyük dedemin ilk büyüsünün bu meşe ağacında bir şeftali büyütmek olduğunu anlatırdı. Bu yüzlerce yıl öncesi demekti. Şimdi ise nesiller boyu büyüyle, güzel anılarla kutsanmış olan bu ağacın dallarına asılmış bir ipin ucunda, zayıf, yaşlı bir kadının bedeni sallanıyordu. Elimin havadaki hareketi ile ip çözüldü ve kadın havada süzülerek aşağı doğru indi. Dizlerimin üstüne çöktüm ve başının kucağıma düşmesine izin verdim.
Siyah saçlarının örttüğü yüzünü açtım. Gözleri dehşetle açılmıştı, boğulurken katillerine bakmaktaydı belki de. Ayak ve el bileklerinde bütün büyü gücünü önleyen zincirler takılıydı. Parmakları tırnaklarının arasından akan kanla boyanmıştı, halatı çıkarmak için her şeyiyle uğraşmış olmalıydı. Yüzünde ölüme dair o sakin, huzurlu ifade yoktu. Gözlerini parmaklarımla kapattım. Bir damla gözyaşı okşadığım saçlarına düşene kadar ağladığımı fark etmemiştim. Nathaniel evi koruyacak ve bir süreliğine bizi görünmez kılacak bir büyüyü mırıldanıyordu arkada. Süresini bilmediğim bir süre orada öylece durup siyah saçlarını okşadım. İçimdeki büyü ben farkında olmadan akıyordu. Tırnakları düzeldi, boynundaki halat ve mavi elbisesindeki yırtıklar yok oldu, zincirler çözüldü ve ağaçtan uzağa doğru fırladı, yüzüne renk geldi. Hayatta görünüyordu ancak bu sahte bir görüntüydü, bir göz bağı. Yüreğimin derinlerindeki imkansız isteği gerçekmiş gibi gösteren bir göz bağıydı bu.
Orada ne kadar süre oturdum bilmiyorum ama Nathaniel'in sesiyle kendime geldim
"İzin ver bedenini kutsayayım. Bu sırada sen de eve git, sadece ihtiyacın olanları al." Cansız bedeni yavaşça çimlerin üstüne bırakıp eve doğru ilerledim. Kapıdan içeri girdiğimde ayakta zor duruyordum. İçimde hem büyük bir acı, hem de büyük bir korku vardı. Odama doğru merdivenlerden çıkarken bir an için onun tıpkı bu sabah yaptığı gibi merdivenlerin başında, dizlerini karnına çekmiş oturuyor olduğunu hayal ettim. Üst kata çıktım. Ancak ev değişmişti. Benim odamın olması gereken yerde bir kapı yoktu, sadece dümdüz bir duvar vardı. Duvara dokundum. Buradaki odanın kapanması için güçlü bir büyü yapılmıştı, öyle ki kendi odamın orada olduğunu bilmesem kolayca burada sadece düz bir duvar olduğuna inanabilirdim. Hızlı adımlarla merdivenlerden aşağı indim, oradan salona doğru ilerledim. Raftaki resimlere baktım, eksiklerdi. Ne ben vardım resimlerde, ne babam, ne de bir başkası. Sadece annem, Berlin'de, Londra'da, Oslo'da. Bütün fotoğraflarda tek başınaydı.
Dizlerimin üstüne düştüm. Artık hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. Avcıları kandırmak için yapmıştı, tek başına yaşadığı, kimseyle bir bağının olmadığını göstermek için benim gitmem ile avcıların geldiği süre arasında bütün evi tekrar düzenlemişti. Böylece avcılar onun ardından bizim peşimize düşmeyecekti. Hıçkırıklar içinde ağlarken ağzımdan çıkabilen tek şey
"Anne..." idi.
*Bir cadı asıldığında, ağaçlar bile ağlar.
- ::
#437B3B
#015875
#F4D03F